"Hikaye"
Melendiz ovasının engin sessizliği, akşamüstü güneşiyle bir başka güzeldi. Hafifçe esen rüzgâr, kurumuş otların arasında hışırtılar çıkarıyor, ovanın huzurlu sessizliğine eşlik ediyordu. Tepelerin ardında belirip kaybolan küçük gölgeler, gün batımıyla birlikte nice efsaneleri canlandırıyordu.
Bozköy’ün serin yamaçları ve geniş düzlükleri, güneşin son ışıklarıyla parıldıyordu.
Bozköy’ün eski adı olan Gelemiş, halk arasında bir gelenekten doğmuştu. Zamanında buraya ilk yerleşenler, yörüklerdi. Çadırlarını Melendiz’in düzlüğüne kurmuş, koyunlarını otlatmış ve süt emmek için kuzuları koyunlarla buluşturduklarında, birbirlerine seslenmişlerdi: “Gel-emiş!”. Bu basit ama sıcak çağrı, zamanla dile dolanmış, “Gelemiş”e dönüşmüştü
Melendiz Ovası’nın en yüksek noktasında bulunan bu kasaba, yüzlerce yılın sessiz hikâyelerini içinde saklardı.
O hikâyelerden biri'de Bozköy’de nesilden nesile fısıldanan en gizemli olanıydı: Nesibe’nin Şeytanları.
Nesibe, ovadaki en güzel kadınlardan biriydi. Uzun siyah saçları, kara gözleriyle konuştuğunda, hem yüreğinizi hem de aklınızı etkilerdi. Ancak güzelliği kadar talihsizliği de dillerdeydi. Genç yaşta sevdiği adamla evlenmiş, çocuklarına kavuşmuştu. Fakat hayat ona mutluluk kadar acıyı da bolca sunmuştu. Bir gün, beklenmedik bir hastalık, Nesibe’nin eşini elinden aldı. Ölüm, evinin eşiğine bir kara bulut gibi çöktüğünde, Nesibe’nin kalbi sonsuza dek değişti.
Kocası toprağa verildiği gün, o kalabalığın arasında bile bir başınaydı. Ağlayan kadınların, teselli veren yaşlıların arasında, sanki başka bir âlemdeydi. İçi acıdan kavrulmuştu; kocası olmadan bu dünyada nefes almak ona anlamsız geliyordu.
Bir gece, evinin derin sessizliğinde ağlayarak uyuyakalan Nesibe, sabaha kimseye haber vermeden evini terk etti. Çocuklarını komşulara bıraktı ve kimse onun izini bulamadı. Ta ki bir çobanın, Kalkan Kaya’nın batısında peri bacası formundaki mağaralarda bir kadın gördüğünü söylemesine kadar.
Mağaralar, Melendiz ovasının kalbindeki unutulmuş bir başka dünyaydı. Kayaların gölgesinde saklanan bu yer, insana hem huzur hem de ürperti verirdi. Nesibe, işte bu peri bacalarının arasında kendine bir yuva buldu. Belki de oradaki sessizlikte, kendi içindeki fırtınayı dindirebileceğini düşündü.
Ancak köylüler, onun yalnızlığını farklı şekilde yorumladı. Geceleri mağaralardan gelen tuhaf fısıltılar, rüzgârın taşıdığı belirsiz sesler, kulaktan kulağa yayılan korku dolu hikâyeleri doğurdu. Nesibe’nin, şeytanlarla konuştuğu söylendi. Çocuklar, annelerinden duydukları bu masallarla uyurken, gençler oraya gitmekten çekinir oldu.
Geceleri, mağaralardan gelip geçen çobanlar, derinden gelen sesler duyduklarını iddia ettiler. “Nesibe, şeytanlarla konuşuyor,” dediler. Bir zamanların acı dolu annesi, şimdi Gelemiş’in korku dolu hikâyesinin kahramanı olmuştu. Mağaralar, Nesibe’nin Şeytanları olarak anılmaya başlandı.
Yıllar geçti, Gelemiş adı unutuldu, kasaba Bozköy oldu. Ancak peri bacalarını andıran o mağaralar, hâlâ aynı yerdeydi. Rüzgâr estiğinde, o mağaralardan bir ses duyulduğu söylenir. Kimileri bunun sadece rüzgârın kayalarla oynadığı bir oyun olduğunu düşünür. Kimileri ise Nesibe’nin yankılanan sesi olduğuna inanır.
Bugün, Bozköy’ün sessiz yamaçlarında dolaşan bir yolcu, bu hikâyeleri duyabilir. Gelemiş’in sıcak çağrısını, Nesibe’nin acısını ve şeytanlarla konuştuğu o sessiz mağaraların hikâyesini...